Bir Söyleşinin Ardından Sessizliğe Sorular
2008-10-18
Yapı Kredi Kültür Sanat bu yılki Arkeoloji Konuşmaları dizisinde İstanbul'un Arkeolojisini konuşmayı hedefliyor. Bu yılın ilk konuşmacısı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü İsmail Karamut oldu.
Kültür varlıkları konusunda son haftaların en çok konuşulan konusu olan "Yenikapı Kazıları"nın önemli ismi Sayın İsmail Karamut'un konuşması moderatör Gül Pulhan'ın açıklamasıyla başladı. Açıklamada bu konuşmaların basındaki yazılardan çok önce planlandığı, konuşmanın bugüne denk gelmesinin tamamen tesadüf olduğu anlatıldı. Bu açıklamadan sonra yeni bir söylem beklemek doğru değildi aslında ancak sorulacak sorular vardı ve tatmin edici cevaplar aranıyordu haliyle.
Sayın Karamut gerçekten de bir tek konu hariç yeni bir şey söylemedi. Birçoğu daha önce çeşitli yayın organlarında okuduğumuz, izlediğimiz ya da yerinde gördüğümüz bilgilerdi.
Toplam kazı alanı 58 bin metrekare olan Marmaray ve metro ortak bölgesinde bugüne kadar toplam 70 adet açma açıldı. Kuşkusuz ilk heyecanlar, bulunan teknelerle yaşandı. Ekim 2008 itibariyle de bulunan tekne sayısı otuzüçe ulaştı. Konservasyon havuzundaki tekneler 5 yıllık bir süreç sonunda umuyoruz ki sergilemeye alınacak.
Yenikapı kazılarındaki bir diğer heyecan -6.60 metrede prehistorik bulgularla karşılaşılması oldu. Dikey dikmelerin arasında dal örgü sistemiyle yapılmış konutlar Neolitik Çağ yerleşmesine işaret ediyor. Bugünlerde basında izlenen tartışmalar da bu yerleşmenin 20 m kadar doğusundaki alanla ilgili. 110 metrekare olduğu söylenen bu killi tabakaya "kepçe girer-girmez" tartışmaları sürüyor. Karamut konuşmasında bu balçık tabakada 1 metrenin altında buluntu çıkmadığını, sadece kırık çanak çömlek parçaları ile karşılaşıldığını açıkladı. Bu bölgede açılan 20x25 m ölçüsündeki açmada -9 metrede ana toprağa, yani miyosen dönemi dolgusuna inildiğini, bu alanda hiçbir şekilde mimari ya da kültür tabakası olmadığını belirten Karamut, bu alan dışındaki her yerin elle kazıldığını ancak bu bölgedeki siyah killi tabaka nedeniyle buradan kepçe ile alınacak bölümlerin başka bir alanda tekrar ayıklanacağını söyledi. Karamut ayrıca, bu siyah killi tabakada bulunan çanak çömlek parçalarının Neolitik yerleşmenin çöplüğü olarak kullanılması sonucu olduğunu da belirtti. Prof.Dr. Doğan Perinçek'in jeolojik incelemesine göre Neolitik Çağ'da Marmara denizi bugünkü seviyesinden -6.60 m daha aşağıdaymış.
Kazı süresindeki bir başka heyecan ise 51 m uzunluğunda, 4.20 m enindeki kalıntı oldu. Şu anda emekli olan kazı sorumlusu Metin Gökçay bu kalıntının Constantine surlarına ait olduğunu açıklamıştı. Bu bulgu, sadece İstanbul'un tarihi için değil, dünya kültür tarihi için de müthişti. Ancak çalışmalar bu bölgede devam etmedi, Koruma Kurulu kararı ile üzeri örtüldü, incelemeler tamamlanıp kalıntının dönemi kesinleştiğinde arkeolojik park olarak yeniden açılacak. En azından aldığımız bilgiler böyle.
Konuşmanın içinde en yeni bilgi, bulunan kilisenin Koruma Kurulu tarafından kaldırılıp çalışma bittikten sonra yeniden yerine yerleştirilmesine karar verilmesiydi.
Konuşmanın sonunda kimsenin ne soracağına karar veremediği bir sessizlik süresinde ben kafamda sorular üretmiştim ancak üç soru sonra aldığım cevaplar ne yazık ki beklediğim bilimsel açıklamalar olmaktan çok ama çok uzak olunca diğerlerinden vazgeçtim.
Sorulardan ilki bulunan çok miktardaki, ağırlıklı olarak çanak çömlek parçalarını da içeren küçük buluntuların ne yapıldığı idi. Beklediğim cevap "Şu kadar miktardı, bunların şu kadarı müzelik, şu kadarı etüdlük vs. idi, geri kalanlar da şu şekilde değerlendirildi" iken aldığım cevap "İşe yarayanlar ayrıldı, gerisi bize gösterilen yere gömüldü" oldu.
İkinci sorum kilisenin taşınmasıyla ilgiliydi. Ne şekilde taşınacağı ve projedeki yerinin boş olup olmadığı, daha sonra yerleştirilme zamanı geldiğinde özgün yeri doluysa ne yapılacağıydı. Beklediğim cevap "Bu konuda şu üniversiteden şu kişiler taşınma sistemleri üzerinde şu şekilde çalışıyorlar, projedeki yeri şu şekilde, daha sonra da şöyle olacak" iken aldığım cevap "Uzmanlar tarafından taşınacak ancak ben projeyi hiç görmedim, boş olup olmadığını bilmiyorum" oldu. Proje konusunda çeşitli zamanlama ve maliyet problemleri sürerken değiştirilmesi gerekirse ne olacağını soruma ilave ettiğimde de bu konunun Sayın Karamut'u ilgilendirmediğini öğrenmiş oldum.
Üçüncü sorum ise siyah killi 110 metrekarelik alanın Neolitik Çağ yerleşmesinin sadece 20 m doğusundayken, nasıl olup da orada hiçbir mimari ya da kültür tabakası olmadığından bu kadar emin olduklarıydı. Beklediğim cevap "Bu alanda şu kadar aralıklarla şu kadar metreye inilerek şu kadar açma açtık, bulgularımız şöyle şöyle oldu" iken aldığım cevap "Yemin etsem inanır mısınız" oldu. İşte tam bu anda diğer sorulardan vazgeçtim...
Diğer sorularım arasında Metin Gökçay tarafından "Constantine surları" olarak tanımlanan yerdeki kamulaştırmaların neden tamamlanmadığı, müteahhidin neden ısrarla burada kendine çalışma alanı açmasına izin verildiği, incelemeler tamamlandığında bulunan bu duvar parçasının gerçekten Constantine surları olduğu ortaya çıkarsa ne yapılacağı, bu bölgede kazıyı durdurmaya nasıl cesaret ettikleri, İstanbul tarihi için bu kadar önemli bir keşfin tamamlanması konusunda nasıl riske girdikleri, bunların cevabını kamuoyuna sonra nasıl verecekleri vardı.
Bir diğer sorum ise çok uzun zamandır 24 saat çalıştırdıkları arkeologları neden işten çıkardıkları, balçıkta çalışmaya razı olan ve kepçe girmesini istemeyen bu uzmanların bu işten ne çıkarları olduğuydu.
İstanbul söyleşileri gelecek ay da devam edecek. Belki gelecek konuşmacı bilimsel olarak daha fazla aydınlatacak, belki olduğum yerde sayacağım gene. Ancak görünen şu ki çok kimsenin içi rahat etmeyecek...
Ayşe Didem Bayvas