google-site-verification=PbL_5t5j-grNUlEnxPDPRb9h69cnQI7ks2lm5P-n88U
top of page

Bırakın şehir sizi gezdirsin

Anadolu, barındırdığı uygarlıklar açısından eşsizdir. Osmanlı ve Selçuklu eserleri dışında günümüzde görmeye en çok alışık olduğumuz eserler Anadolu’daki eski Yunan ve Roma çağlarından kalanlardır. MÖ III. binden itibaren daha çok Doğu’dan gelen etkilere açık olan Anadolu’da, MÖ 1200’lerden itibaren Batı’dan gelen etkiler de görülür. Bir açıdan bugünkü Batı uygarlığı, kökenini bu dönemde başlayan ve süren kültür gelişimine borçludur denebilir.

“Polis” adı verilen ilk kent devletleri, çevresinde bir sur bulunan aşağı kent ile “Akropolis” adı verilen yüksek bir bölümden oluşuyordu. En önemli yapı tipi ise tapınaklardı. Bir kentin birden fazla tanrı veya tanrıçaya adanmış tapınağı olabilirdi. Kent devletlerinin diğer olmazsa olmazları arasında ise tiyatro, kutsal alan, çeşitli spor dallarındaki çalışmaların ve yarışların yapıldığı gymnasion, sütunlu yollar, agora, hamam ve kuşkusuz nekropol (mezarlık) sayılabilir.

Batı Anadolu’nun hem antik Yunan hem de Roma dönemlerinde ikamet edilen en önemli kentlerinden biri, hiç şüphesiz adını MÖ 4. yüzyıldan itibaren tarih sahnesine yazdıran Pergamon, bizim kullandığımız adıyla Bergama’dır. MÖ 282-133 yılları arasında Pergamon Krallığı’nın başkenti olan Pergamon, çok çeşitli anıtlarla süslenmişti. Krallığın Roma’ya bağlanmasından sonra da Batı Anadolu’nun en önemli kentlerinden biri olarak yaşamını sürdürdü.

Bergama, aşağı, orta ve yukarı kent olarak üç bölümde gezilebilecek bir sit alanıdır. Bugün çağdaş yerleşme ile bir arada kalan aşağı kent, güzergâh açısından ilk durağımız olacak. Günümüzde hiç izi kalmamış Aşağı Agora ile Heykel Okulu’nu aramaktan vazgeçip, gün boyu özellikle de turizm sezonunda ağır araçların geçtiği ana yolun hemen kenarındaki Eumenes Kapısı’ndan girelim yavaşça. İnce sütunların arasından ulaştığımız mekân, kırmızı tuğladan yapıldığı için Kızıl Avlu olarak da adlandırılmaktaysa da aslında Anadolu’nun en büyük tapınaklarından biri olan Serapis Tapınağı’dır. Mısır Tanrıları için yapılmış ve Bizans Dönemi'nde bazilikaya çevrilmiş olan tapınak Pax Romanum’un (Roma Barışı) Anadolu’daki simgesidir. MS II. yüzyılda yapılmış olan bu büyük tapınak, anıtsal kitlesiyle sizi bir anda etkileyecektir. Altından Selinos Deresi akan tapınağın bulunduğu yere neden “Ne yerde ne gökte mahallesi” dendiğini de yukarı çıkarken düşünelim isterseniz…

Yol kıvrıla kıvrıla yukarı, çok yukarı çıkarken MÖ III. yüzyılda güç ve zenginliğin sembolü olan Bergama’nın akropolüne çıktığınızı unutmayın… Sanatın ve bilimin antik çağdaki merkezlerinden birine, parşömenin doğum yerine çıkıyorsunuz… O nedenle acele etmeyin lütfen. Bugünkü ziyaretçi güzergâhı sizi önce kentin koruyucusu olan Athena Kutsal Alanı’na çıkaracak. Burada biraz durup etrafa bakalım. Ne yazık ki burada bir tapınak artık yok, 1870’lerde yapılan ilk kazılarda birçok parçası Berlin’e götürüldü ve aslına uygun olarak orada yeniden kuruldu. Hemen yanında antik çağın en büyük kütüphanesi sayılan İskenderiye Kütüphanesi ile yarışan bir kütüphane vardı. Mısır bu nedenle papirüs ihracatını kesince Bergamalıların oğlak derisini işleyerek yarattığı parşömene yazılı yaklaşık 200.000 eserin bulunduğu kütüphane…  MS 30’larda bu kitaplığı, Markus Antonius, Kleopatra'ya düğün armağanı olarak vermiştir. Sırtınızı duvara yaslayıp parşömenlerin kokusunu duymaya çalışın.

Başınızı biraz çevirdiğinizde göğe uzanan bembeyaz sütunlar göreceksiniz. Bergama’nın Roma dönemini yansıtan bu sütunlar İmparator Traianus adına yapılmış bir tapınağın parçalarıdır. Kazılarla ortaya çıkarılmış ve ayağa kaldırılmış parçalar belki de Bergama’nın bugün görülen en görkemli kısımlarından biridir. Devir, Roma devridir ve kudretli imparatorluk, gücünü göstermektedir.

Bu entelektüel kentin tiyatrosuna doğru ilerleyebiliriz artık. Roma döneminde yapılan en dik tiyatro özelliği taşıyan tiyatro 10.000 kişilik. Yalnızca asillere ayrılan yerleri mermer, diğer yerleri andezit olan tiyatronun en üst kısmından aşağı inip çıkmak nefesinizin kesilmesine yol açabilir ama ben bu deneyimi kaçırmayın derim.

Bergama denince akla ilk gelen hiç kuşkusuz Zeus Sunağı’dır. Dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen sunak ne yazık ki Athena Tapınağı ile aynı kaderi paylaşmış ve parçalar halinde Berlin’e taşınmıştır. Tiyatronun yanından devam ettiğinizde sizi sunağın temelleri karşılar. Üç katlı bir podyum üzerinde yükselen sunak en büyük tanrı olan Zeus’a adanmıştı. Her taraftan görülebilmesi için dört tarafı açıktı ve üzeri kabartmalarla süslüydü. Antik çağın önemli heykeltraşlarının yarattığı bu şahaseri bulunduğumuz yerden sadece hayal edebiliriz. Hemen yanıbaşındaki ağaca yaslanın ve gözlerinizi kapatarak tanrılarla devlerin savaşını düşünün. Toz dumana katılmışken, kalkanların sesleri, devlerin bağırışları, tanrıların öfkesini dinleyin. Tam o sırada bir rüzgâr eser yüzünüze doğru, gitme vaktidir artık…

Daha gezecek çok yerimiz var ama yerimiz dar, biz en iyisi bir başka büyüleyici yere gidip geziyi noktalayalım yani sağlık tanrısı Asklepios adına yapılmış sağlık merkezine… Asklepion, dünyanın ilk psikiyatri merkezlerinden biriydi. Asklepion'un giriş kapısı, bugün Viran Kapı adıyla ayakta durmaktadır. Bu kapıda 'ölümün girmesi yasaktır' yazdığı ve girişte muayene edilenlerden tedavisi mümkün olmayan ölümcül hastaların içeri alınmadığı bilinir. İçeri alınan hastalar, 650 metre uzunluğundaki kutsal yoldan yürür, bugün bile içilebilen şifalı sudan içer ve bununla yıkanır, daha sonra hastalığın tedavisine başlanırdı. Buluntulardan, ameliyatların da yapıldığı anlaşılan Asklepion'da ilaçla, bitkilerle, müzikle, su, çamur ve güneş banyolarıyla tedavi uygulanırdı. Galenos gibi ünlü hekimleri yetiştirdiği bilinen Asklepion'da tıbbın simgesi yılanlı sütunu da görmeyi unutmayın.

Bergama’dan ayrılmak kolay değildir. Siz hakkıyla gezebilmek için uzun bir zaman ayırın, kesinlikle 1-2 saate sıkıştırmayın. Siz antik kentleri gezerseniz, göremezsiniz. Bu nedenle kentlerin sizi gezdirmesine izin verin. Akropole çıkarken etrafınızı inceleyin, akropolde soluklanın, tapınaklara mutlaka kapısından girin, sunağın önünde biraz durun, ne kadar büyük olduğunu anlayabilmek için sütunları ya da izlerini takip ederek yürüyün. Tiyatronun mutlaka en üstünden sahnesine inin ya da tam tersini yapın. Kutsal alanları inceleyin, tanrıların/tanrıçaların rahip ya da rahibelerinin sesini dinleyin.

Bırakın şehir sizi gezdirsin.

Ayşe Didem Bayvas

bottom of page