google-site-verification=PbL_5t5j-grNUlEnxPDPRb9h69cnQI7ks2lm5P-n88U
top of page

Edirne'de Hızır ve İlyas'la Buluşma

Erken çıkılır ki yola, şehrin tacına öğle sıcağı düşmeden varalım... Sembollerle donanmış Selimiye dört kolu ile kucaklar bizi. Sımsıkı tutar ellerimizden, gezdirir baştan başa. Sinan'ı anlatır, çok istediği yapıyı göremeden bu dünyadan giden Sultan II. Selim'i; dokuduğu hatları seyredemeden kör olan hattatı; nakış gibi dokunan minberi; Allah'ın güzel isimlerinin mimarinin neresinde olduğunu; şemseleri, 101 çeşit laleyi, kubbesinin nasıl olup da böyle havada asılı kaldığını anlatır... Sonra yolcular bizi ama hep gözü üzerimizde kalır biliriz, çünkü nereye gitsek, nereden dönsek onu görürüz.

Eskidir Eski Cami, çok eski... Ulu camilerin şahlarındandır, yazıları fotoğraflara sığmayan... Karşı komşusu Selimiye ile ağırbaşlılıkta yarışır. Yanıbaşlarındaki Üç Şerefeli Cami de... Başka minareleri başka şerefeleri olsa da adı böyledir Sinan'ın esinlendiği koca kubbeli yapının. Gidince kontrol edilir denge taşları mutlaka, bu yıl da dönüyorlardı şükür.

Edirne'ye gelince ciğer yemeden olmaz ya, yenmezse alınır gibi gelir bana tüm ciğerciler. Gevrek kızarmış acı biber ve cacıkla yenen ciğer ömrü uzatır bu şehirde.

Sonra şenliklere gidilir, kalabalığa karışılır, iki göbek de atılır elbet ya da en azından atılan göbeklere alkış tutulur, bilinen bilinmeyen ezgilere eşlik edilir, çekirdek çitlenir, rengarenk dünyanın karmaşası içinde illa ki kaybolunur. Ama giderken dolabınızda en renkli ne varsa giymeyi unutmamalısınız. Kırmızının üzerine pembe, yeşilin üzerine eflatun pek yakışır burada. Bir çiçek de olmalı saçınızda, bileğinizde, yüreğinizin üzerinde. Yanan ateş seyredilir davul zurna eşliğinde, ateş inmeye başlayınca içinizden tekrarladığınız dileklerle üç kere atlanır üzerinden. Şimdi sıra dilekleri yazmaya gelmiştir artık. Kimi kağıttan uçak yapar çabuk olsun dilekleri diye, kimi gemi yapar suda gitsin diye, kimi meşhur Edirne bebeklerine bağlar, kimi sadece katlar ama bütün dilekler gece Hızır gelmeden gül dibine bırakılır ya da dalına asılır. Gece kısa olur, yatmanızla kalkmanız bir olacağı için kimi hiç uyumamayı şenliklere devam etmeyi tercih eder. Sabah gün doğmadan dilekler emanet bırakılan gülden alınır, gene Tunca kıyısına varılır. Kalabalığın arasından kendinize bir yer açıp savurun şimdi suya dilekleri, bırakın gitsin gidebildiği yere, sonra dönsün size kabul olmuş haliyle... Sabah sisiyle coşan davul zurnaya eşlik edin gene, hayırlı bir koca hayaliyle gelinlik giyen kızların dilekleri kabul olsun diye eteklerini tutarak suya girişlerini izleyin, delikanlıların sabah serinliğinde suya girip yüzerek gösterdikleri cesareti alkışlayın, gencecik anne olan kadınların kızları büyüyünce göbek atma sanatında sıralarını onlara devredişine tanıklık edin. Fotoğrafa, davula, zurnaya biraz harçlık vermeyi unutmayın. Bilin ki aslında gönülleri zengindir sadece ev kirasıdır dertleri, bu da bir fırsattır onlar için. Siz fakir olmazsınız ama onların işine yarar bilin ki. Kimbilir belki de yeni dostlar edinir, akşamüzeri yapılacak sütlaca davet edilirsiniz, belli mi olur?

Tunca dönüşü sabah sakinliğinde Selimiye gene kucaklar sizi. Serin serin Rüstempaşa Kervansarayı'nda bir kahve içilir kahvaltıdan sonra. Eski sokaklarda yürünür, Muradiye'nin çinileri seyredilir, çalınanlara hayıflanılır, şehre böyle yukarıdan bakan eserin hikayesi dinlenir. Öğleden sonra ise uzun bir zamanı II. Bayezid'e ayırmalıdır. Evliya Çelebi'nin "Hastalara şifa, dertlilere deva ve def'i sevda için kurulmuştur" dediği Şifahane, ruha gıda müzik eşliğinde gezilir, derken sıra Karaağaç'a gelir. Yemyeşil Karaağaç'taki kara tren selamlanır, Meriç kıyısında bir bardak çay eşliğinde demlenilir ve yola çıkılır yeniden...

Arabanızdaki yeşil bereket dalları yol boyu salınır sizinle. Arkanızda bıraktıklarınız aslında gönlünüzde yanınızda götürdüklerinizdir.

Ayşe Didem Bayvas

bottom of page